Gerçekte Müslümanlara ya da insanlara neler oluyor? Bu sorunun sorulduğu mekanlar ve muhataplar her gün çoğalıyor artık.
Ait olduğumuz ülkemiz, milletimiz ve dinimiz açısından bakalım. Sonra gücümüz yeterse, yüzümüz olursa derde derman cümlemiz olursa insanlığa da geçeriz.
Her şeyin birbiri içine girdiği bir döneme çok hızla girdik. Girdiğimizden de çok sonra haberimiz oldu. Toplumların kültürel kodlarını dini inançları, adetleri, gelenekleri, örfü ve benzeri coğrafi özellikleri belirler. Bu saydıklarım bir toplumun kas sistemidir. Omurganın dik durmasını ve istenilen hareketleri bilinçli yapabilmesini sağlar.
Milenyum yıllarına doğru gelişen internet teknolojisi ve onun türevleri ile sanal olarak bütün ülkelerin sınırları anlamlarını yitirdi. Sadece insanın fiziksel seyahatinde kısıtlama vardı. Düşüncede, fikirde, ideolojide parada, menfaatte, siyasette, ticarette ve bil umum hayatın malzemelerine sınır kalmadı. İstedikleri zaman istedikleri ülkelere girebildiler.
Kendi uydurdukları köksüz ve değersiz gürültülü müzikleriyle girdiler, kaynağı belirsiz moda dedikleri kıyafetle ya da kıyafetsizlikle girdiler.
Nezaketten, saygıdan ve zarafetten uzak kelimelerle dillerin omurgasını bozdular.
Fastfood dedikleri hızlı bir şekilde yediğinin ne olduğunu bilmeden yenilen ve içindeki katkı maddelerinin etkisiyle bağımlılık etkisi olan yemek sistemiyle yüzlerce yıllık Anadolu mutfağının ve bütün yerel mutfakların ayarlarını bozdular.
Kadim adetlerimizden düğünlerimizi maddi endişe ve tuzaklara boğdurdular.
Bayramlarımızı tatile dönüştürdüler.
Bunlar ve benzeri değişim, dönüşüm ve başkalaşım hareketleri nasıl oldu da etkili bir dirençle karşılaşmadan toplumları etkisi altına almaya başlayabildiler? En doğru cevabı bulmak zor. Çünkü bu olayın etkisini sonradan gördük ve anladık ki şimdi geriye dönük yorumlarla anlamlı cümleler kurmaya çalışıyoruz.
Ya da bu nasıl güç ki bizi biz olmaktan öte savurmaya başladı ve neticede başardı?
Bin yıllık inancımız da yeni kategorilerle sahada görünmeye başladı. Dinimiz İslam’dı: Bizlerde Müslümandık. Sonra Sünni ve Şii diye ikiye ayrıldık. Ardından itikadi farklılaşma oluştu. Ardından en az dört olan mezhepler yani gidilen ve takip edilen yollarla ayrıştık. Ardından yetmedi tasavvuf ekolleri ile yeni oluşumlarla ayrıştık. Ardından Tarikat ve cemaat yapılanmalarıyla farklılık iddialarına muhatap olup ayrıştık. Siyasi yapılanmalarının da etkisini unutmayalım.
Hepsinin iyi niyetle ortaya çıktıklarını varsayalım. Ama gelinen nokta itibarıyla en iyisi biziz sözleri açıkça söylemeyenlerin kendi gizli mottolarına dönüşmüş durumda. Kibir kokan tevazular da ortalıkta toz duman attırıyor. Bazılarının tevazuya bile ihtiyacı yok çünkü ciddi manada kendilerine göre delilli cennetlik oldukları inancına sahipler.
Bütün bunların üzerine modern ve okumuş cenah tarafından arşivler karıştırıldı ve uyutulan teoloji dünyasının pandorası açıldı ve içinden yeni başlıklar eklendi menüye.
Şöyle ki:
Agnostizim: Tanrının varlığına inanmak ya da inanmamak konusunda insan aklının yetersiz kaldığını savunan felsefî anlayıştır.
Deizim: Tanrı'nın varlığını ve âlemin ilk sebebi olduğunu kabul etmekle birlikte akla dayalı bir tabii din anlayışı çerçevesinde nübüvveti şüphe ile karşılayan veya inkâr eden felsefî ekolün adı.
Panteizm ya da tüm tanrıcılık: Her şeyi kapsayan içkin bir Tanrı'nın, Evren'in ya da doğanın Tanrı ile aynı olduğu görüşüdür.
Bilhassa batıda kilise etkisinin azalmaya başlamasıyla ortaya çıkan din arayışlarında batının menüsünde zaten var olan bu seçenekler yeniden gündeme geldi. Kendini zamanın ruhuna uyarlayamayan İslam dünyası ve Müslümanlar kendi açmazlarını ve tıkandıkları noktaları kendi içlerinde çözme cesareti gösteremediklerinden batının menüsüne göz atmaya başladılar.
Aslında sekülerizm, kapitalizm ve çıkarcılık gibi ifadelerle piyasada kendine yer açmış popüler ideolojiler kendilerine göre din ya da dinsizlik formlarını bir şekilde insanlığa dayatıyorlar. Çok sinsi sistemleri var. Değişin demiyorlar. Önce özünden ayrılabileceğin ortamı üretiyorlar. Sonrasında bir boşluğa mahkûm ediyorlar. Ardından da yeni din seçeneklerini servis ediyorlar.
Çünkü yenilerde ilahi ahlak ve disiplin olmadığından tek otorite olarak kendilerini sahada konumlandırıyorlar.
Müslümanlar batının teknoloji ve medeniyet konularının dışında hiçbir değerinden mutlu olmamışlardır ve de olmaları beklenemez. Medeniyetin tarifini tabi ki insanilik ve ahlakilik çerçevesinde yapıyorum. Lütfen yanlış anlamayın.
Müslümanlar her türlü dirence rağmen kendi problemlerinin çözümünü yine kendi müktesebatlarında aramalılar. Başka kaynaklar bu bünyeye hiçbir zaman iyi gelmedi ve gelmeyecektir.
Öyle muhabbetler duyuyoruz ki, yemek menüsünden yemek seçer gibi ya da dolaptan kıyafet seçer gibi İslam’dan kendisi için kabul edilebilir ve edilemezler listesi çıkarılıyor.
Yani 1400 yıldır bu kadar büyük bir kaos hiç olmuş mudur bilmiyorum. Sanırım olmamıştır.
Bu akım kısa sürede durmaz, duramaz. Çünkü hızla alıcıları çoğalıyor. Çok hassas olduklarını söyleyenler de sadece biraz hakaret ve dikkat naralarıyla alanlarını koruduklarını zannediyorlar.
Sanırım tavşan dağı aştı ve başka bir gündem bize servis edildi. Haydi dostlarım ve değerli okurlarım, her birimize kolay gelsin.
Hoş olunuz, Hoşça kalınız, Allah’a emanet olunuz.