İlgilenenlerin de bildiği gibi insanların temel özelliklerini belirleyen üç önemli dinamiği Dil, Din ve geleneklerdir.
Kültürel özellikleri binlerce yıl gerilere gidecek kadar zengin ve köklü olan bir tarihe sahiptir milletimiz. Müslüman olmadan önceki kültürel değerlerine İslam’ın ahlaki ilkeleri de eklenmiş olup daha da etkili ve geniş bir hacme ulaşmıştır.
Gel gör ki Osmanlılardaki batıya dönük siyasetlerin neticesinde zayıfladığımız yüzyıllarda aynı zamanda öz güven zafiyetine kapılıp farklı yaşam sitillerine özenir olunmuştur.
Yüzyıllar önce rakip olarak batı güçleri seçilmiş ya da karşımıza çıkmış ya da batılıların tehdidine maruz kalınmıştır.
Sosyal bir kural olarak güçlü toplumlar zayıf olanları her konuda etkilerler. Kılık kıyafetler, yaşam ortamları, mutfak kültürü, dili kullanma ve dini yaşamadaki birtakım değişimler kaçınılmaz olmuştur.
Bu değişimlerin bazıları kişisel ve toplumsal gelişim olarak karşılanırken bazılarının ise aslını terk eder derecede başkalaşım olarak tarihe geçmişlerdir.
Bu değişimin en dramatik olanı son iki yüz yılda olmuştur. Batılılaşma hayatın her alanına sirayet etmiştir.
Dinimizin örtünmeye dair erkek ve kadınlar için belirlediği sınırlar belli iken din adına güney ve doğu sınır komşusu milletlerin kültürünün ektisinde kaldığını da görüyoruz. Halbuki Anadolu kadını yüz yıllardır kendi örfüyle ve inancına da uygun bir tarzda örtünmeyi biliyordu. Bu tarz kendi içinde zamanın ruhuna uygun tarzda geliştirilebilirdi.
Olmadı, olamadı. Başkalarının baskın düşünceleri bizi mevali muamelesiyle baskı altına almayı başardılar. Bizi terk ettik, çakma Ortadoğulu ve batılı olduk vesselam.
Yani kadim Türk kültürü bir şekilde Anadolu topraklarında her alanda baskı altında kalmıştır. Bunların yanında yüzyıllardır beraberce yaşadıkları Rum ve Ermeni komşularımızın dini- milli kültürlerinde derin etkileşimler olduğunu da unutmayalım.
Bazı değişimler ve gelişimler kaçınılmazken bazı alamet- farikalarımızdan olan özelliklerimize yabancı kalmamız gerçekten çok hazindir.
Modernliği az gelişmiş toplumların başkalarına benzemek olarak algılaması gerçekten hastalıklı bir durumdur.
Kılık kıyafetimizi kaynağı bile tam olarak belli olmayan, kadim milli kültürümüze ve dini inancımıza uymayan moda sektörünün insafsızlığına bırakmanın modernlikle nasıl bir ilişkisi olabilir ki?
Yine kadim kültürümüzü koruyup geliştirmeyen ve tamamen başka kültür dünyalarının ürünü olan konut ve şehir mimarilerinin taklidinin modernlikle ne alakası olabilir ki?
Göktürk kitabelerinden bu tarafa atalarımızın yaşadığı her yerde ve zamanda Türkçenin izleri edebi ve bilimsel sahada görülebilirken başka dillerin etkisinde kalarak kendi dilini ikinci plana atmanın nasıl bir açıklaması olabilir ki?
Bir dönem Farsça, yakın zamana kadar Fransızca, şimdi de köksüz bir dil olduğu herkes tarafından bilinen İngilizce modasının Türkçemizi nasıl fakirleştirdiğini nasıl sinemize çekebiliriz ki?
Uluslararası spor müsabakaları ve benzeri seremonilerde birçok ülke kendi özgün kıyafetleriyle katılırken bizimkilerin kraldan çok kralcılık yaparcasına kendi gerçeğine sırtını dönerek başkalarına benzemeye çalışmasının modernlikle ne alakası olabilir ki?
İmam-Azamdan, İmam-Maturidi’den, Hoca Ahmet Yesevi’den, Yunus Emreden ve Hacı Bektaş-ı Veliden bu tarafa insanlığa huzur verme anlayışıyla, aklın ve fikrin değerine atıf yaparak zamanlara hitap eden bir dini söylem ve eylem bütünlüğünü hangi daha üstün! dini anlayışlara feda ettiğimizi nasıl izah edebilir ki?
Anadolu’muzun her bir yöresindeki kadim kıyafet, mutfak, müzik ve sosyal etkinlikleri tarihi geçmişlerinden koparıp müzelik bir hale dönüştürme hareketleri modernlikle nasıl açıklanabilir ki?
Şaşırmış gibiyiz. Kendimize o kadar yabancılaştık ki aynaya bakmaya bile cesaretimiz kalmadı. Köksüz bir toplum elbisesini deli gömleği giyer gibi giydik. Birazcık direnenler meczup ya da gerici yakıştırmalarıyla hakir görülüyor.
Bu yazıyı tarihi bir uyarı gibi anlayın. Modernlik ve çağdaşlık kavramlarının öz kültürümüz karşısındaki anlamlarını yeniden gözden geçirelim.
Kandırıldığımızın farkına varalım. Özümüzle, öz kültürümüzle, temel değerlerimizle ve Türkçemizle yeniden bir diriliş mücadelesi vermek zorunda olduğumuzu bilelim.
Yoksa kültürel müstemleke ile başlayan bu başkalaşım süreci tarihin içerisinde aslını kaybedenler listesine girmek kaçınılmazdır.
Peygamberimizin şu güzel öğüdü bizim başkalarıyla ilişkilerimizde sınırımız olsun: ‘’İlim Müminin yitik malıdır. Onu nerede bulursa alır.’’
Bu şuurda yaşamayı birbirimize telkin edelim. Bu vesile ile Hoş olunuz, Hoşça kalınız, Allah’a emanet olunuz.