ANTALYA’DA ABDALLIK, BEKTÂŞÎLİK VE ALEVÎLİK
(Yazı dizimizin konusu; Antalya Elmalı ve Finike’de türbeleri bulunan ve son dönemde Bektâşî/Alevî oldukları iddiası galat-ı meşhur hâline gelen Abdal Musa, Kaygusuz Abdal ve Kâfi Baba’nın kendilerine ait olan veya kendi yazdıkları eserlerden hayatları ve tasavvufî görüşleriyle Bektâşî/Alevî olup olmadıkları konusunun açıklığa kavuşturulması üzerine olacaktır.)
Kaygusuz Abdal’ın Eserleri
Kaygusuz Abdal’ın manzum olarak; Dîvan, Gülistan, Mesnevî-i Evvel, Mesnevî-i Sânî, Mesnevî-i Sâlis, Gevher-nâme, Dolab-nâme, Salât-nâme, Minber-nâme; mensur olarak; Budala-nâme, Miğlâta-nâme, Vücud-nâme, Risâle-i Kaygusuz Abdal; manzum-mensur eserleri; Sarây-nâme ve Dil-guşâ’dır ve toplamda 15 eseri vardır.
12. Vücud-nâme: Vücûd-nâme’nin İstanbul Belediye Kütüphanesi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Millet Kütüphanesi, Ankara Genel Kütüphane’de nüshaları bulunmaktadır.
Kaygusuz Abdal, Vücûd-nâme’sine kaynak olarak Mü’minûn sûresi, 12, 13 ve 14. Âyet-i kerîmeleri alır. Söz konusu âyet-i kerîmelerin meali şöyledir: “12. Kasem olsun ki biz, insanı çamurdan bir sülâleden yarattık. 13. Sonra onu sağlam/oturaklı bir karargâhda bir nutfe/sperm yaptık. 14. Sonra o nutfeyi bir alaka/embriyo yarattık. Derken o alakayı bir mudga/bir çiğnemlik et yarattık, derken o mudgayı birtakım kemik yarattık, derken o kemiklere bir et giydirdik, sonra ona diğer bir hilkat/yaratılış neş’eti/şekli verdik. Bak ne şanlı O Allah, yaratanların en güzeli.”
Kaygusuz Abdal, Vücûd-nâme’sinde insanın yaratılışını; ana rahmine düşmesi, nutfenin/spermin gelişmeye başlaması ve ana karnındaki süreçte yedi gezegen tarafından terbiye edilmesi şeklinde yedi evre olarak açıklar. Bu evreler; 1. Evre: Zuhal/Satürn terbiye eder kan olur. 2. Evre: Merih/Mars terbiye eder et olur. 3. Evre: Zühre/Venüs terbiye eder kemik olur. 4. Evre: Şems/Güneş terbiye eder ruh olur. 5. Evre: Utarit/Merkür terbiye eder hareket hasıl olur. 6. Evre: Kamer/Ay terbiye eder vücuda gelir. 7. Evre: Müşteri/Jüpiter terbiye eder dünyaya gelir. Dünyaya gelen Âdemoğlu’nun ömrü doğumdan ölümüne mevsimlere göre şöyledir: Birincisi oğlanlıktır ki bahar mevsimidir, İkincisi yiğitliktir ki yaz mevsimidir, üçüncüsü kırgıllık/olgunluktur ki sonbahar mevsimidir ve dördüncüsü pirliktir ki kış mevsimine benzer. Ayrıca dört mevsim şunlara da benzemektedir: Kış şeriat, Yaz Tarikat, Sonbahar Marifet ve Bahar Hakikat. Ana Rahmi şeriat gibidir, dünyaya gelmek tarikat gibidir, dünyada yaşamak marifet gibidir ve dünyadan göçmek hakikat gibidir.
İnsanın uzuvlarından on iki burca benzeyenler ise şunlardır: Baş Hamel’e/Koç’a, Alın Seratan’a/Yengeç’e, Kollar Sevr’e/Boğa’ya, Eller Cevzâ’ya/İkizler’e, Göğüs Esed’e/Arslan’a, Baldırlar Delv’e/Kova’ya, Göbek Mîzân’a/Terâzi’ye, But Kavs’a/Yay’a, Kasıklar Sünbül’e/Başak’a, Zeker Akrep’e, Dizler Cedy’e/Oğlak’a ve Tabanlar Hût’a/Balık burcuna. Ayrıca Baş devlet tacıdır, Kaş kudret âlemidir, Kulak pâk-ı nübüvvet, Ağız kelimeyi şehadettir, Göğüs Kur’ân hikmetidir, Ayak Allah’ın kuvveti ve Allah’ın hikmetinin cemâlidir, Alın hidayet nurudur, Göz vahdet nurudur, Burun Cennet yoludur, Gönül Muhabbet ayıdır ve El Allah’ın kudretidir.
Kaygusuz Abdal eserinde dört büyük meleği insan vücudunda şu uzuvlara bezetir: Kulak Mikâil’e (as), Göz Azrail’e (as), Burun İsrafil’e (as) ve Ağız Cebrail’e (as).
İnsanın vücudunda üç yüz altmış altı kemik vardır, çarşıdır pazardır. Dört yüz kırk dört damar vardır, dünyada olan her şey onda vardır. Yedi yüz yetmiş sinir vardır, yedi yüz mahalle gibidir.
Bir bâzâr kurdı ezelden her metâı koydı
Ol kendi aldı kendi satı-bâzâr eyledi
Bundan sonra insân-ı kâmil üzerinde durulur. Kaygusuz’a göre, “Her mürşidim diyen mürşit olamaz. Bunun için Tanrı’nın el vermesi gerekir. İnsanoğlu kâinatın defteridir. Yerde ve gökteki her şey onda mevcuttur. Dolayısıyla insanın hakikatı bilmesi için kendini bilmesi lâzımdır. Bunun için de insanın suretini bırakıp manasını aramalıdır. İnsanın maksudu ne ise ma- budu da odur. Herkes özünü bir mürşide bağlamalıdır. İnsan kendisine bakmalı, kul mu sultan mı anlamalı. Çünkü, ‘Bilenle bilmeyen bir olmaz.’ İnsanın kendisini bilmesi, mücerret Hakk’ı bilmesi gibidir. Çünki Hz. Muhammed (s.a.v.); ‘Men arafe nefsehû, fekad arefe rebbehû” buyurmuştur. Kaygusuz da bu sözü şöyle açıklıyor:
“İnsan deryada gavvas, yani dalgıç olursa her cihetten azat olup devleti bulur. Kendine bakınca gör ki özü bahr-i muhittir. On sekiz bin âlem insana mütealliktir ve on sekiz bin sıfattır. Altı bini nebatata, altı bini hayvanata, altı bini insana mütealliktir. Bunlar da birbirlerinden ayrı değildir, ihtilat hâlindedir. Tanrı ise hepsini kuşatmıştır. Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Onun için mahlûkları dilimiz ve elimiz ile rencide etmemeliyiz. Çünki onlar rencide olursa Tanrı da rencide olur.”
Daha sonra Kaygusuz, padişahlar âlemini ikiyi ayırır: “Zahirî kutuplar ve batıni kutuplar… Zahirî olanlar; Kutbü’l-aktâb, üçler, yediler, kırklar, üç yüzler ve binbirlerdir. Cümlesi bin üç yüz elli neferdir. Bunlar gece gündüz dünyanın dört köşesini dolaşırlar. Kutb-ı âlemin sağ yanında mürit, sol yanında halife vardır. Bunların da eli altında veliler vardır. Hepsi birden âlemi nizam üzre tutarlar. Bâtın erenlerinin hâlleri böyledir. Hakikat hâllerini Allah’tan başkası bilmez.”
Bundan sonra, “Ey Dâvûd, seni şüphesiz yeryüzüne hükümran kıldık.’ ayeti açıklanır. Bu açıklamaya göre hüküm ve hükümet insanın elindedir. Çünkü insan eşref-i mahlûkat, makbûl-ı vücûddur. Yeryüzünde ondan daha şirin nesne yoktur. O, Allah’ın zatının mazhardır ki başka eşyada bu kabiliyet yoktur. Bundan dolayı cümleye hükmeyler. Ancak insanların hepsi böyle değildir. Birçokları sûretâ insan, fakat sîret olarak hayvandan daha aşağıdadırlar. (Abdurrahman Güzel, “Kaygusuz Abdâl’ın Vücûd-nâme’si Üzerine”, Türk Kültürü, S. 197, Mart 1979, s. 276-282)