Hazreti Bektaş Veli’ye ve bu tarîk-i meşâhirine (Bektâşi tarikatının meşhurlarına) fevkalade hürmet beslerler. Âl-i Aba’ya (Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Ali (r.a.), Hz. Fâtıma (r.a.), Hz. Hasan (r.a.), Hz. Hüseyin (r.a.)) karşı büyük bir hürmet duyarlar. Muharrem’in on gününde bazen Ramazan orucuna müşâbih (benzer) ve bazen de mütemadiyen (sürekli) tuzlu yiyerek ve su içmemek suretiyle oruç tutarlar. Ve behemehal (ne olursa olsun) Aşure pişirirler. En büyük emelleri eızze-i Bektâşiye’nin (Bektâşi büyüklerinin) kabirlerini ziyarettir. Sünni ahâliden kız almadıkları gibi kız dahi vermezler. Ve Sünnilere karşı dâhilen (içten) gazy (öfke) ve nefret besledikleri harekât-ı mümezzıyelerinden (diğer insanlardan ayırt edilen hareketlerinden) his olunmaktadır. Tabiatlarında huşûnet (kabalık, sertlik) olmadığı için şekâvet (eşkıyalık) gibi mesâlike (mesleklere) dahil olanları pek ender olarak görülmüştür. Îmâlı ve üstü kapalı sözlerde bir kudsiyet ve fevkaladelik his ve zannederler. Ne kadar bî-mânâ (anlamsız) olsun îmâlı bir söz karşısında meshûr olurlar (büyülenirler).
Medeni ve ictimai usullere iltifatkâr olmayan tahtacılarda düğün ve nikâh usulü dahi pek başkadır. Bir delikanlı teehhül (evlenme) murat ettiğinde aşiretinden beğendiği kızla evvel emirde görüşerek seviştikten sonra bir gün kızın çadırı civarına gelerek kıza intizar ve o sırada zâten mâlumatı olan kız dahi çıkarak beraberce firar ederler (kaçarlar). Merâsim-i izdivaç (evlilik törenleri) böyle başlar. Derhal tarafeyn (iki taraf) mensubiyeti beyninde (arasında) müthiş bir mesele zuhur eder. Kızın velisi fazla ağırlık alabilmek için şikâyete, gürültüye, adem-i muvafakata (uzlaşmamaya) kıyam eder. Araya mütevassıtlar (arabulucular) girerek “sekiz, on, yirmi” ne miktar kararlaştırırlarsa altın lira ağırlık alarak aralarını bulurlar. Gürültü fasl oluncaya (halledilinceye) kadar dağda ihtifa eden (gizlenen) kızla oğlan karı koca olmuş bulunarak dağdan iner, hanelerine gelirler.
Bunlarda bizim gibi nikâh kıymak, düğün yapmak âdetleri yoktur. Teşrîk-i hayatlarına (beraber yaşamalarına) müsaade ve nikâhları reisleri huzuruyla ve bazı merasimle icra olunur. Nikâhı icra edilecek olan erkek ve kadının boyunlarına birer mendil bağlanarak ve mendillerin ucundan tutularak rehber vasıtasıyla Dede’nin huzuruna getirilir ve secde ettirilir. Akd-i nikâh icra olunacak tarafeyni (iki tarafı) mutlaka Dede’ye götürecek olan rehberdir.
Yekdiğerini ikna etmek için yemin etmek icap ettiğinde Kitâbullah (Kur’ân-ı Kerim) veya İsmullah (Allah’ın ismi) üzerine kasemle yemin etmezler. Yeminleri mesela “On imamın kanını içeyim” tarzında veyahut “Kapı eşiğini veya ocaklığı öpmek” suretiyledir.
Kendi aşiretleri beyninde (arasında) fuhşiyat (zina) dahi mühim mayûbattan (ayıplardan) ise de bu hususta salabetleri (sebatları) yoktur. Usûl-i veraset (miras dağılım şekli) dahi ayrı bir kaideye tabidir. Bir tahtacı aile reisi hâl-i hayatta (yaşarken) her oğlunu evlendirdikçe hane eşyası ve çadır levazımı ve sanatlarına ait olan alet ve edevatı ve vesait-i nakliyeyi (nakliye vasıtalarını) îta ederek (vererek) onlara ayrı hane yapar. Ve kızlarını dahi ağırlık mukabilinde satarak hîn-i vefatında (vefat zamanında) hanesinde kalan en küçük oğlu müteveffanın (ölenin) başka alakadar varisi yokmuş gibi bütün metrukâtına (mirasına) malik olur. Kızlar veraset hakkından mahrumdur. Mamafih (bununla beraber) menfaatine taalluk ettiği takdirde bir nehc-i şerî (kânun usulü) taksim-i veraset için hükümete müracaat edenleri dahi vukû bulmaktadır.
Âdetlerinde talak (boşanma) ve müteaddit zevce (ikinci eş) almak yoktur. Pek nadiren yerlilerden görerek bu gibi vekayiin (vakıaların) hâdis olduğu (ortaya çıktığı) vardır. (Devamı var)
Antalya Türk Ocağı Tarihi Encümeni Reisi ve Müze Müdürü Süleyman Fikri, “Teke Vilayetinde Tahtacılar”, Türk Yurdu Mecmuası, Mayıs 1927, cilt 5, numara 29, s. 482-83.